Türkiye Radyo Televizyon Kurumunun (TRT) aylık dergisi olan Tele Vizyon Dergisi‘nin Ekim 2015 sayısında yayınlanan “Z Kuşağı” ile ilgili olan röportaj için Sayın Zeynep Öymez‘e teşekkür ederim – UMÇ 9 Ekim 2015
Röportajın orjinal bağlantısı : http://www.trt.net.tr/vizyondergisi/vizyon-dergisi-ekim-2015/#vizyonekim2015/page54-page55
2000 sonrası doğanlar Z kuşağı diğer bir deyişle teknoloji kuşağı olarak adlandırılıyor. Öncelikle buradan başlayalım isteseniz. Neden “Z”? Kim veriyor bu ismin? Alfabenin son harfi, yolun sonu gibi bir ima mı ne dersiniz?
Ulaş Çamsarı : Nesillerin belli yıllara göre kabaca isimlendirmeleri durumunu referanslarına göre inceleyelim. 1950’li yıllarda II.Dünya Savaşı’nın hemen ardından yetişen nesle,”Post Baby Boom” Savaş Sonrası Jenerasyonu ve bunun hemen ardından gelen nesle de “X” nesli ismi veriliyor. Bu dönemdeki nesil için “X” nesli isimlendirmesini ilk kez yapan kişi Macar fotoğrafçı Robert Capa’dır. Ondan sonra yazdığı roman ile bu kavramın yaygınlaşmasını sağlayan Kanadalı yazar Douglas Coupland’dır. Bu dönemde yetişen neslin (1960 ve 1980 yılları arasında doğanlar), dünya çapında çok hızla artan doğumları (baby boom) takip eden jenerasyon olması nedeniyle bu dönemin olumsuz özelliklerinden etkilenmiş oldukları varsayımına dayanıyor. Örneğin X neslinin psikiyatrik bozukluklara daha yatkın olduğu, çok çalışkan olmayan, “kayıp” bir jenerasyon olduğu, kapitalizmin olumsuzluklarına karşı (tüketimin körüklenmesi vb gibi) daha savunmasız olduğu gibi bir takım görüşler var. Bunu takip eden 1980 ve 2000’li yılların başlarına uzanan doğumların oluşturduğu nesle Y jenerasyonu (ya da Millenial) ve kabaca 2000’li yılların ortası ve sonrasındaki doğumlara denk düşen nesle de Z jenerasyonu ismi veriliyor. Bu isimlendirmeler ve belirttikleri yıllar, referanslarını araştırdığınız zaman kaba tanımlamalardır ve tartışmaya açıktır. Ancak buradaki esas düşünce, bu 3 farklı neslin, dünyada II. Dünya Savaşı’ndan günümüze kadar gelen büyük ölçüde teknolojik devrimin bir sonucu olarak, çok farklı yaşam biçimi normlarına maruz kaldığı gerçeğidir.
Sizce bu kuşağın en belirgin özelliği ne? Gerçekten de dijital bağımlısı mı oldular?
Ulaş Çamsarı : İnsanların elektronik eşyalarla günümüzde süregelen ilişkisini bir davranış bilimci ve bağımlılık psikiyatristi olarak yorumlamakla başlamak isterim. Bağımlılık kabaca bir davranışı kompülsif bir şekilde (takıntılarla ve engelleme güçlüğü ile seyreden), hayatın diğer gerekliliklerini ihmal etme noktasında zaman harcayarak, genellikle giderek artan bir şiddette, ve yoksunluğunda önemli belirtiler verecek halde uygulamak anlamına gelir. Bir gereklilik nedeniyle ya da yukarıdaki tariflere uymayacak bir şekilde bir cihazı kullanmak patolojik olarak yorumlanamaz ve bu tespit onu ne kadar kullandığınızdan bağımsız olmalıdır. Örneğin işi çim biçmek olan bir kişi, çim biçme makinesiyle çok zaman geçiriyor diye ona tıbbi anlamda bağımlı denemeyecektir. Eskiden haberler kağıda basılıyordu bugün artık dijital bir ekranda sunuluyor. Eskiden banka kuyruğuna giriyorduk, artık cep telefonundan tüm faturaları yatırıyoruz. Eskiden bankada fatura yatırmak için vakit harcayan bir insan, gazeteyi basılı kağıttan okuyan insan nasıl patolojik bir durum içinde düşünülmediği gibi bugün de cep telefonundan ya da bilgisayarından bütün bu işlemleri yapan kişide bir sorun var dememiz psikiyatrik açıdan mümkün değildir. Sorun bu cihazları kullanarak ne yaptığınız ve yaptığınızın ne ile yer değiştirdiği sorusudur. Çocuk bu cihazı kullanarak örneğin şiir yazıyorsa, ya da satranç dersleri alıyorsa, telefonu yardımıyla dil öğreniyorsa, okuyorsa, yazıyorsa bunlar aynı cihazı kullanarak sadece zaman tüketen kişiden ayrılması gerekir.
Yediğini içtiğini bile internetten paylaşan ebeveynlerin çocuğunu bilgisayar başından kalkmamasından şikâyet etmesi ne kadar doğru? Çuvaldızı kendimize batırmamız gerekmiyor mu?
Ulaş Çamsarı : Şunu kabul etmek gerekir ki, dijital ortamın genel olarak nasıl kullanıldığından bağımsız olarak olumsuz bir reputasyonu vardır. Ama aslında dijital ortam, aynı geçmiş çağlarda olduğu gibi hem üretmek ve hem de tüketmek için kullanılabilir. Üretim ile vurgulamak istediğim, insan hayatını zenginleştiren ve kalitesini yükselten uğraşlardır. Dijital ortamın da üreticileri vardır, bunlar bu olanakları kullanarak örneğin düşüncelerini yazanlar, bir ürün ortaya koyanlar, hayatlarını sosyal ağları kullanarak zenginleştirenler olabilir. Aynı şekilde, bu ortama girip sadece fareyi sağa sola tıklayarak saatlerini geçirenler de olabilir. Bunlar üretilen içeriği tüketenlerdir. Daha da özelleştirerek bir örnek verelim. Facebook da sürekli başkalarının fotoğraflarına bakarak ve onları “beğenerek” saatler geçirmek mümkündür. Aynı ortamda arkadaşlarınızla kitap külubü kurmak da mümkündür. Benim düşünceme göre Z kuşağı anne ve babaları çocuklarının telefonlarıyla bilgisayarlarıyla geçirdiği zamanı takip etmek yerine, öncelikle onlara insanlık tarihi boyunca taş devrinden uzay çağına kadar hiç değişmemiş nadir gerçeklerden biri olan üreten insan ile tüketen insan arasındaki temel farkı öğretmektir. Bunun idrakında olan birey, bu ortamları hayatını zenginleştirecek bir şekilde denge ile kullanmasını öğrenecektir. Daha önce başka ortamlarda ifade ettiğim üzere, dünyayı üreten beyinlerin yönettiğini düşünüyorum ve üretenlerin sunulan teknolojinin gerçek “efendisi” olduğuna ve ağırlıkla tüketen populasyonun ise bu olanakların “kölesi” olduğunu düşünüyorum.
Teknoloji yaşam standartlarının bir parçası. Onsuz bir dünya görmedikleri için yokluğunu algılayamıyorlar. Halbuki bu sanal dünyanın sonu bir elektrik veya internet kesintisine bakıyor. Bu da bir hayal kırıklığı yaratıyor. Z kuşağını bu yokluğa nasıl hazırlayacağız?
Ulaş Çamsarı : Z kuşağı olarak isimlendirilen neslin en büyük avantajlarından biri bu teknolojiye sahip bir dünyada büyüyor olmalarıdır. Kanımca bu hem çok büyük bazı avantajlar, hem de bazı dezavantajları beraberinde getirmektedir. Teknoloji gerçekten inanılmaz bir hızla ilerledi. Bizler, X jenerasyonu üyeleri olarak bu süreci çok başdöndürücü bir şekilde yaşadık. Teknoloji gelişmeye elbet devam edecek ama önümüzdeki yıllarda geçtiğimiz 30 yılın gelişim ivmesi aynı kalacak mı bilmiyoruz. Z jenerasyonu üyesi olan halen 3 aylık olan kızım yaşamında benim yaşadığım ivmeyi hissetmeyebilir çünkü dijital öncesi çağı hiç tecrübe etmedi. Büyüdüğü zaman arkadaşlarıyla Pazar günü öğlen 2.00’de bir pastanenin önünde buluşma randevusunu Perşembe gününden sabit bir telefon yardımıyla kararlaştırmanın ve buluşma anına kadar bir daha iletişim kurma ihtiyacı hissetmeden o saatte randevuya gitmenin ne demek olduğunu hiçbir zaman bilmeyecek o nedenle belki de, sahip olduğu teknolojinin gerçek değerlendirmesini yapabilmekte benim jenerasyonuma göre daha çok zorlanacaktır. Burada demek istediğim şu aslında. Dijital imkanlar ve bilgisayar teknolojisi, aslında değeri hiç değişmeyecek bazı yaşam prensiplerini olduğundan kolay gösterebilirken, teknolojiye aşırı ve olması gerektiğinden fazla bir güven duymamızı sağlayabiliyor. Bunun hayatın algılanması ve yaşamın kodlarının anlaşılması açısından çok sakıncalı tarafları var. Örneğin nasıl olsa GPS var diye adreslere dikkat etmemek, sonra pil bittiğinde sudan çıkmış balığa dönmek gibi. İleri teknolojinin insanları “aptallaştıran”, beyin kaynaklarını kullanmayı zorlaştıran bir tarafı var.
Aslında çocuklardan, çocuklarımızdan bahsediyoruz. Henüz en yaşlısı 15 yaşında olan bir kuşak için erken kesin yargılar var gibi geliyor bana siz ne dersiniz?
Ulaş Çamsarı : Z nesli, teknolojiye olması gerekenden çok güvenmemeli, teknolojiyi doğru anlamalı ve onu bir “araç” olarak kullanabilme becerisini edinmelidir. Z nesli idrak etmelidir ki, 2015 yılında da Dostoyevksi’nin Budalası’nı yazmak için, Beethoven’ın Kreutzer Sonat’ını bestelemek için, Da Vinci’nin Mona Lisa’sını yapabilmek için, aynı dehanın aynı “zeka-terini” dökmesi gerekir. Bu eserleri bilgisayara yüklemenin saniyeler sürmesi ya da dijital ortam yardımıyla bilgisayara her türlü cambazlığı yaptırabiliyor olmanın bu kadar kolay olması bu kuşağı aldatmamalıdır. Araçlar ve metotlar değişebilir ama insanlığın gerçek değerleri değişen çağ ile değerlerinden bir şey kaybetmez. Bugün cebinde 24 saat dünyanın tüm bilgi hazinesine bir parmak dokunması kadar yakın olan, Facebook, Twitter, Whatsapp gibi her türlü sosyal ağda hesapları bulunan ama hayatında Picasso’yu hiç duymamış üniversite öğrencileri varsa eğer işte o zaman ciddi bir problemden bahsedebiliriz ve durumu bağımlılık veya davranış patolojisi açısından irdeyebiliriz. “Nesil kaybı” diye ifade ettiğiz durum kanımca akıllı telefonlarla ya da dijital teknoloji ürünü araçlarla değil de ancak bunların patolojik kullanımının ve çaldıkları zamanın yol açacağı cehalet ile gerçekleşebilir, cehaletin de tarifi insanlık tarihi boyunca hiç değişmemiştir. Bu konuda Z kuşağı ebeveynlerine önemli görevler düşmektedir.